Mal rejimi tasfiyesi ne zaman başlar ve sona erer; mal rejiminin tasfiyesi ölüm ya da boşanma halinde olmaktadır. Mal rejimi ve bu rejimin tasfiyesine ilişkin bilinmesi gereken detaylar için okumaya devam edin!
Ne zaman başlar ve sona erer; tasfiye edilmesi eşlerden birinin vefat etmesi ile ya da boşanmanın gerçekleşmesi ile başlar. Medeni Hukuk kapsamında yapılan yenilik ile edinilmiş mallara katılımın temel rejim olarak belirlendiği görülmektedir. Resmi rejim edinilmiş mallara katılım olsa dahi bunun haricinde 3 adet daha mal rejimi bulunmaktadır.
Mal Rejimi Tasfiyesi Hakkında
Mal ortaklığı, mal ayrılığı ve paylaşmalı mal ayrılığı da tercih edilebilecek rejimler arasında bulunmaktadır. Bu aşamada kişilerin evlilik başlangıç aşamasında herhangi bir farklı rejim kullanmak istemesi durumunda bunu sözleşme eşliğinde onaylaması gerekmektedir. Mevcut mal isteminize göre avukatınız size gerekli olan yönlendirmeleri yapacaktır.
Edinilmiş mallara katılım konusunda yasanın 2002 senesinde değiştirildiği bilinmektedir. Bunun öncesinde edinilmiş mallara katılım konusunda resmi bir mal rejiminin bulunmadığını bilmeniz gerekir. daha açık belirtmek gerekirse 2010 tarihinde ayrılan bir kişinin 2002 senesinden önce evlenmiş olması durumunda 2002 senesine kadar edinmiş olduğu mallar kendine aittir. Fakat 2002 tarihinden sonra edinmiş olan mallarda edinilmiş mallara katılımın resmi rejim olarak belirlendiği bilinmektedir. Bu konuda kadınlar genelde sorun yaşadığı için konunun okuması ve incelenmesi kadınlar üzerinden yapılsa da kadının edinmiş olduğu mallarda da aynı şekilde erkeğin hak sahibi olacağını unutmamalısınız. 2002 senesi bunun için temel kıstas ve sınır olarak belirlenmiştir.
Hali hazırda yapılan evliliklerde aksi belirtilmedikçe ve sözleşme ile mallar güvenceye alınmadıkça edinilmiş mallara katılım söz konusu olacaktır. Bu aşamada ek bir prosedür uygulamak isteyen kişilerin resmi nikaha ek olarak bir de evlilik sözleşmesi ile mal rejimini daha net bir hale getirmesi lazımdır. Boşanma ve vefat durumlarında hangi koşullarda nasıl bir rejimin uygulanması gerektiğine dair bilgilendirmeler açık şekilde yer almalıdır. Sözleşmede bulunan bir eksikliğin kişiler için hak kaybını beraberinde getirebileceğini belirtmek gerekir. Hem sözleşmede bulunan detayların incelenmesi hem de kesin ifadeler ile kesin sonuçlara bağlanması en büyük öneme haiz olan hususlar arasında kendini göstermektedir.
Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi Ne Zaman Başlar?
Mal rejimi tasfiyesi ne zaman başlar ve sona erer; edinilen mallara katılma rejiminin 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren kanun ile geçerli olmaya başladığı bilinmektedir. Edinilen mallara katılım resmi nikah ile başlamaktadır. Nikahın resmi olmaması durumunda kadın ve erkeğin birbirinden herhangi bir mal talebinde bulunması ve hukuki bir hak talep etmesi mümkün olmayacaktır. Eşlerin mal rejiminin başlama tarihi, bitiş tarihi özellikle hangi mülkün tasfiye edilebileceğine dair belirlemeleri yaparken büyük önem arz etmektedir. Edinilen mallara katılım rejiminin sona erdikten sonra alınan malların sahibi malı alan kişidir. Eşin bu konuda herhangi bir hak sahibi rejimin sonra ermesinin akabinde mümkün olmamaktadır.
Mal rejimi tasfiyesi ne zaman başlar ve sona erer;
Başlama aşaması nikah ile olmaktadır. Nikahın 2002den önce olması durumunda kanunda meydana gelen değişiklikler sebebi ile 2002 öncesi edinilen mallar kişilerin kendisine aitken 2002 sonrasında durum farklılık göstermiştir. Kanunun geriye yönelik uygulanması hak ihlallerini beraberinde getirebileceği için koşullar hakkında gerekli olan açıklamaların resmi olarak yapılmasının sonrasında 2002 senesi sınır kabul edilmiştir. Kadınların da erkeklerin de edinilen mallara katılım için resmi nikah ile evlilik akdini tamamlamaları lazımdır. Edinilen mallara katılım aşamasında %50 oranında bir hak söz konusu olur. Örneğin boşanma gerçekleşmesi durumunda eşlerin kendi üzerlerine almış oldukları mallarda dahi direkt olarak yarısı diğer tarafın olacaktır. Bu aşamada malın nasıl tasfiye edileceğine dair farklı prosedürler işleyebilmektedir.
Edinilmiş mallara katılımın kapsamının farkında olmak çok önemlidir. Kişisel mallar ve edinilen mallar bu kapsamı oluşturmaktadır. Evlilik sonrasında bir kişinin kendi üzerine ev satın alması durumunda kişilerin bu evin yüzde elli oranında kazanım elde etmesine şans verilmektedir. Kişilerin mallarının tapuda kendi üzerine kayıtlı olması eşin o mal üzerinde hak sahibi olmasının engellendiği manasına gelmemektedir. Bu aşamada edinilen mallara katılım süreci içerisinde aksi bir durumu talep eden kişilerin koşulların hakları ihlal etmeyen şekilde hazırlanan bir sözleşme ile düzenlenmesine de karar verilmektedir. Evliliğin başlamasının sonrasında edinilen mallara olarak belirtilen mallar şu şekilde sıralanır;
- Kişilerin çalışma hayatının sonrasında elde etmiş olduğu edinimler bu tanıma dahildir.
- Sosyal güvenlik kurumları kapsamında kişilere sunulmuş olan yardım ödemeleri ve sandık ödemelerinin tamamı da edinilen mallar kategorisine dahildir.
- Bir kişinin çalışma gücünün kaybolması nedeniyle almış olduğu tazminat da aynı şekilde mal rejimine dahildir. Kişilerin kendi hak ettikleri tazminat kapsamında dahi yüzde elli oranında eşinin pay sahibi olabileceğini bilmesi gerekir.
- Kişisel malların gelirleri de direkt olarak rejime dahil edilmektedir. Bu aşamada daha sonra da ele alacağımız kişisel mallar ve edinilen mallar konusunda çok hassas davranılmalıdır.
Edinilen Mallara Katılma Rejimi Hakkında
Gerekli hukuki başvuruları tamamlamasına da şans verilmektedir. Hukuki destek almak süreci daha kolay bir biçimde atlatmanızı sağlar. Ayrıca haklarınızın korunmasını da beraberinde getirecektir.
Mal rejimi ile alakalı mirasçılık haklarının da etkilendiğini belirtmek gerekiyor. Örneğin 2002 öncesinde edinilen malları ele alalım. Bir erkeğin 2002 senesinden önce almış olduğu mallar kendine aittir. Anne baba ve eş arasında nasıl dağıtılacağına dair direkt olarak etki sahibidir. 2002 sonrasında edinilen mallarda eşin alacağı yüzde ile 2002 öncesinde edinilen mala katılım yüzdesi ölüm aşamasının sonrasında da farklılık arz edecektir. Tüm bu detayları en ince ayrıntısına kadar kapsamlı bir biçimde analiz eden hukuki temel hazırlanmıştır.
Mal rejimine ilişkin kişilerin sözleşmeyi illa evlilik öncesinde yapması zorunlu değildir. Gerekli olan koşulların değişmesi durumunda evlilik sırasında ya da sonrasında da yapılabilmektedir. Kişilerin anlaşmalı boşanma aşamasında genellikle bu şekilde mal rejim sözleşmelerini yerine getirdikleri de görülmektedir. Hangi alanlardaki gelirlerden ya da mallardan feragat edildiğidir. Tarafların mal rejim sözleşmesini imzalamadan önce kendi hukuk temsilcisine bu konuda gerekli danışmayı sağlaması gerekiyor. Böylece ilerleyen aşamalarda hak kaybına dair bir sorunun yaşanması da engellenebilmektedir. Hazırlanan ek sözleşmenin noterde onaylanması ya da bizzat noterde düzenlenmesi gerekmektedir. Mallara katılım üzerinden mal durumuna dair incelemeler yerine getirilecektir.
Mal Rejimi Ne Zaman Sona Erer?
Mal rejimi tasfiyesi ne zaman başlar ve sona erer; mal rejiminin sonra ermesi konusunda 2 başlık vardır. Bunlar eşlerden birinin vefat etmesi ya da resmi boşanmanın gerçekleşmesidir. Bu konuya ilişkin bilinmesi gereken hususlar;
- Mal rejimi boşanma davasının tamamlandığı tarihte sona erecektir. Bu tarihten itibaren edinilen mallar kişilerin kendi mülkiyetinde olacaktır.
- Vefat tarihinden itibaren edinilen mallara katılım konusunda mal rejimi sona ermiş kabul edilmektedir. Vefat tarihi resmi bitiş olarak kabul edilmektedir.
- Evliliklerde sadece boşanma ya da vefat değil aynı zamanda iptal de söz konusu olabilmektedir. Evliliğin iptal davasının sonuçlandığı tarih mal rejiminin sona erdiği tarih olarak ele alınmaktadır.
Her iki durum için de olası istenilen senaryoları belirlemiş olması gerekmektedir. Hangi metotların uygulanması gerektiğine dair ek yönergelerin sürece dahil edilmesi gerekmektedir.
Haklı sebeplere dayanan mal ayrılığı davalarından da söz etmek gerekmektedir. Hemen sonrasında mal rejimi sonuçlanır. Mahkemece alınan ek kararların söz konusu olduğunu belirtme gerekmektedir. Rejim sözleşmesinin imzalandığı tarih edinilen mallara katılımın sonlandırıldığı tarih olarak karşımıza çıkar. Gerekli olan hamleler yapılmaktadır. Aileyi oluşturan her iki tarafın da haklarının korunması adına gerekli olan hukuki tedbirler alınır.
Mallara dair aile şerhi konusunda da dikkatli olunması gerekmektedir. Daireyi satmak istemesi durumunda aile konutu şerhi koyulmasına da imkan tanınmaktadır. Kişilerin satma ya da aile konutunu elden çıkartma hakkı olmayacaktır.
Hukukun aile birliğini ve ailenin stabil yaşantısını koruma için alınan önlemlerden biri olduğu görülmektedir. Kişilerin eşlerinin izni olmaksızın çok yüksek borçlanmalara da dahil olamayacağı bilinmektedir. Mal rejiminin çok büyük öneme sahip olduğunu eklemek gerekiyor.
Edinilmiş ve Kişisel Mallar Neleridir?
Asıl önemli olan husus eşlerin kişisel mallarının tasfiyeye dahil edilemeyeceğidir. Peki hangi mallar eşlerin kişisel malları olarak değerlendirilmektedir? Kişisel mallar;
- Kişilerin açmış oldukları manevi tazminat davalarının kendilerine getirdikleri kazanımın kişisel mal olduğu bilinmelidir. Kişilerin manevi tazminatlarının mal rejimi soncunda tasfiye edilmesi söz konusu olmayacaktır.
- Eşlerin sadece kendi kişisel kullanımına özgü olan eşyalar da rejime dahil edilemeyecektir. Elde etmiş olduğu kazanım üzerinde de hak sahibi olma imkanı bulunmamaktadır.
Kişisel malının da edinilen olarak görülerek el koyulduğu fark edildiği anda dava açma hakkı doğmaktadır. Davanızda büyük bir olasılık ile haklı çıkmanız mümkündür. Edinilen malların kapsamının ne derece geniş olduğu da görülmektedir. Hukuki gerekliliklere aykırı bir durum fark edildiği anda gerekli olan dava açma adımları tamamlanmalıdır.
Eşlerden sadece birinin kullanımına özgü olan eşyalar kişisel eşya kapsamında değerlendirilmektedir. Evlilik öncesi ya da sonrası edinilmesi mal rejimine dahil edilmesini etkilemeyecektir. Sadece bir eşin kullanımına özel olan aracın mal rejimine sahil kılınması söz konusu olmayacaktır. Bu mallar taşınır mallar kategorisinde yer almalıdır. Yani gayrimenkullerin kişisel kullanıma has olan mallar çerçevesinde değerlendirilmesi söz konusu olmayacaktır.
Edinilen Kişisel Mallar Hakkında
Bu aşamada örnek vermek gerekirse zarf koleksiyonu yapan bir kişi düşünelim. Malının yüzde elli oranında eşine ait olması gibi bir durum söz konusu olmayacaktır. Davalardan olumlu yanıt çıkmamaktadır. Hobi amacı ile biriktirilen bu zarflar kişinin kendisine aittir. Eş bunların satılıp elden çıkarılıp kendine maddi bir ödeme yapılmasını talep edemez.
En çok merak edilen hususların başında mücevherlerin kişisel mal olarak kabul edilip edilmediğidir. Kişisel eşya olarak değerlendirildiği ve mal rejimine dahil edilmediği görülmektedir. Fakat karşı tarafın da hak sahibi olacağını unutmamak gerekir. Direkt olarak mal rejimine dahil edilen edinilen mal olarak mı kabul edileceği ile alakalı olmaktadır.
Takılar ile alakalı olarak bir diğer tartışma konusu da düğünde takılan takılar ile alakalıdır. Türkiye’nin neresinde dava açılırsa açılsın alınan kararlar incelendiği zaman takıların kadınların hakkı olarak belirlenmiştir. Bunlar kadının kişisel eşyası adeta düşünde ona verilen bir hediye olarak kabul edilmektedir. Yüzde elli oranında pay sahibi olduğunu belirten davalar açabilmektedir. Fakat genelde olumsuz sonuçlanmaktadır.
Mal Rejiminin Tasfiyesi Davasında Zamanaşımı Var Mıdır?
Mal rejimi tasfiyesi ne zaman başlar ve sona erer; zamanaşımı süresi 10 sene olarak belirlenmiştir. Zamanaşımının başlaması için mal rejiminin sona erdiği tarih temel alınmaktadır. Bu tarihten sonra 10 sene geçerse davanın zamanaşımına uğradığı kabul edilmektedir.
Mal Rejiminin Sona Ermesi Yargıtay Kararları
Eşlerin kişisel malları ile alakalı açılan davaların oldukça büyük bir çoğunluğu oluşturduğu görülmektedir. Hak iddia eden kişilerin genel olarak dava sonuçlarının olumsuz olduğu görülmektedir. Kişisel ya da edinilen ayrımına dair davalar açılmaktadır. Malların aksi bir sözleşme yapılmadıkça yüzde elli oranında eşler arasında paylaştırılmasının uygun görüldüğü anlaşılmaktadır.
T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/4434 K. 2014/4886 T. 21.3.2014
• YABANCI İLAMIN KESİN HÜKÜM VEYA KESİN DELİL ETKİSİ ( Yabancı Mahkeme
Kararının Kesinleştiği Andan İtibaren Hüküm İfade Edeceği )
• KATKI PAYI ALACAĞI DAVASI ( 10 Yıllık Zamanaşımı Süresinin Uygulanacağı – Eşler
Arasındaki Mal Rejiminin Boşanma Davası Açıldığı Tarihte Sona Erdiği/Boşanma Davası Açıldığı
Tarihten Sonra Edinilen Taşınmaz Araç ve Bankadaki Hesapların Mal Rejimi Tasfiyesine Esas
Alınamayacağı )
• ZAMANAŞIMI ( Mal Ayrılığı Rejimi Döneminde Edinilen Taşınmazlarla İlgili Katkı Payı Talebi –
Yabancı Mahkeme Tarafından Verilen Boşanma Kararının Kesinleştiği Tarihten Davanın Açılığı Tarihe
Kadar 10 Yıllık Zamanaşımı Süresi Geçtiğinden Davanın Reddedileceği )
• BOŞANMA DAVASI AÇILDIKTAN SONRA MAL EDİNİLMESİ ( Eşler Arasındaki Mal
Rejiminin Boşanma Davası Açıldığı Tarihte Sona Erdiği – Boşanma Davası Açıldığı Tarihten Sonra
Edinilen Taşınmaz Araç ve Bankadaki Hesapların Mal Rejimi Tasfiyesine Esas Alınamayacağı/Bunlara
İlişkin Uyuşmazlığın Genel Mahkemelerde Çözümleneceği )
5718/m. 8, 52, 59 4721/m. 5, 166, 181, 225/2 818/m. 125
ÖZET : Davacı tarafından Hollanda Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan boşanma davası kesinleşmiştir.
Boşanma kararının tanınmasına ilişkin dava da kesinleşmiştir.
Yabancı ilamın kesin hüküm veya kesin delil etkisi yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan
itibaren hüküm ifade eder. Dava mal ayrılığı rejimi döneminde edinilen taşınmazlarla ilgili katkı payı
alacağı isteğine ilişkin olup, 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğinden, yabancı
mahkeme tarafından verilen boşanma kararının kesinleştiği tarihten, davanın açıldığı tarihe kadar 10
yıllık zamanaşımı süresinin geçmesi nedeniyle dava reddedilmelidir.
Eşler arasındaki mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarihte sona erdiğinden, boşanma davasının
açıldığı tarihten sonra edinilen taşınmaz, araç ve bankalardaki hesapların, mal rejiminin tasfiyesine esas
alınmayacağı gözetilerek, bunlara ilişkin uyuşmazlıklara genel mahkemelerde bakılmak üzere davanın
görev yönünden reddiyle, dosyanın görevli ve yetkili Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmelidir.
DAVA : Aysel ile Hasan Ali aralarındaki katılma alacağı davasının reddine dair Denizli 2. Aile
Mahkemesi’nden verilen 01.02.2013 gün ve 677/94 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili
tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, dava dilekçesinde vekil edeniyle davalının 1981 yılında evlendiklerini, daha
sonra Hollanda’ya işçi olarak çalışmaya gittiklerini, Hollanda Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan dava
sonucunda boşandıklarını, Denizli 1. Aile Mahkemesi’nin 2012/637 Esas sayılı dava dosyasıyla açılan
boşanma davasına ait kararın tanınmasına ilişkin davanın açıldığını, evlilik birliği içerisinde davalı eş
Hasan Ali adına kayıtlı olan ve vekil edeninin de katkısının bulunduğu 1 nolu parseldeki ev, İzmir
Konakta 242 ada 1910 parseldeki dört katlı ev 20 … 6274 plakalı araç ve H… D…, B… şubesindeki döviz
ve Türk parası hesabı ile H… İ… B… şubesindeki döviz ve Türk lirası hesabı ve M… B… İ… şubesindeki
hesapta bulunan döviz cinsindeki para hesabı ve gayrimenkul cinsindeki malların evlilik birliği içinde
müştereken kazanıldığını ve müşterek paralarla alındığını açıklayarak mal rejiminin tasfiyesi ile tasfiye
tarihindeki değerleri üzerinden vekil edeninin katılım alacağının belirlenerek davalıdan karar tarihinden
itibaren yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekilleri, 23.08.2012 havale tarihli cevap dilekçelerinde; Hollanda Breda 9. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 82385 FA RK 00-1016 sayılı kararıyla boşandıklarını, 12.04.2000 tarihinde kararın
kesinleştiğini, tarafların boşanmalarının üzerinden 12 yılı aşkın bir süre geçtiğini, 01.01.2002 tarihinden
öncesinde mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğunu, BK.nın 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık
zamanaşımı süresinin 01.01.2002 tarihinden sonra edinilen mallar hakkında uygulanamayacağını, bu
tarihten sonra edinilen mallar bakımından TMK.nın 178. maddesine göre 1 yıllık zamanaşımı süresinin
uygulanması gerektiğini, edinilen taşınmazlar ile araç ve diğer mallar bakımından zamanaşımının
geçtiğini, öncelikle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine, bu itiraz kabul edilmediği taktirde haksız ve
mesnetsiz açılan davanın esastan reddine, tedbirlerin kaldırılmasına karar verilmesini savunmuşlardır.
Mahkemece; “…davacının K… 1. Bölge K… Mah. 1910 ada 6 sayılı parselde kayıtlı taşınmaz yönünden
açılan davanın zamanaşımı nedeniyle reddine, Denizli Tapu Sicil Müdürlüğü Y… 239 ada 1 parselde
kayıtlı taşınmaz ile 20 … 6274 plakalı araç ve bankalardaki hesapların boşanma kararının
kesinleşmesinden sonraki döneme ilişkin olması nedeniyle bu taşınmaz, araç ve banka hesapları
bakımından istenen katkı payı alacağı ile katılma alacağı istenilmeyeceğinden davacının bu istekler
yönündeki davasının reddine” karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, 1910 ada 6 sayılı parselde bulunan zemin kat, 5 nolu bağımsız bölüm ile 1, 2, 3 ve 4 nolu bağımsız
bölümlerin 08.07.1998 tarihinde davalı tarafından alınması nedeniyle 743 sayılı TKM.nın 170. maddesi
uyarınca mal ayrılığı döneminde edinildiğinden, bu rejimden kaynaklanan katkı payı alacağı ile 239 ada
1 parseldeki ev, araç ve bankalardaki hesaplarda bulunan Türk lirası ve döviz cinsindeki paralar
bakımından anılan malların mal rejiminin sona ermesinden sonra edinilen mallardan kaynaklanan ve
bankalarda açılmış bulunan hesaplarda bulunan paralardan doğan ve Türk Borçlar Kanunu’nun genel
hükümlere göre çözümlenmesi gereken alacak isteğine ilişkindir.
Taraflar; 28.07.1981 tarihinde evlenmiş, yabancı mahkemede 10.04.2000 tarihinde açılıp kabulle
sonuçlanan ve 10.06.2000 tarihinde kesinleşen boşanma kararıyla boşanmışlardır. Boşanma kararının
tanınmasına ilişkin davanın ise, 10.10.2013 tarihinde açıldığı ve 25.10.2013 tarihinde kesinleştiği
belirlenmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelere göre 1910 ada 6 sayılı parselde bulunan zemin kat 5, 1, 2, 3 ve 4 nolu
bağımsız bölümlerin 08.07.1998 tarihinde edinildiklerinden bunlar açısından davalı vekilinin ileri
sürdüğü zamanaşımı definin değerlendirilmesi gerekir. Dosyadaki bilgi ve belgelerden zamanaşımı
definin süresinde olduğu saptanmıştır. Yabancı mahkemeden verilen boşanma kararı 10.06.2000
tarihinde kesinleşmiş olup, tanıma kararı ise 25.10.2013 tarihinde kesinleşmiştir. 5718 sayılı Kanunun
59. maddesinin kapsamı göz önünde tutulduğunda yabancı mahkeme kararının kesinleştiği tarihten
itibaren hukuki sonuçlarını doğuracağından boşanma kararının kesinleştiği tarihten ( 10.06.2000 )
itibaren mal rejimine ilişkin davanın açıldığı 18.07.2012 tarihine kadar 10 yıllık zamanaşımı süresini
geçtiği anlaşılmaktadır. Somut olayda TBK’nın 146. ( eBK.m.125 ) maddesindeki on yıllık zamanaşımı
süresi uygulanmaktadır.
5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkındaki Kanunun 59. maddesi uyarınca;
“Yabancı ilamın kesin hüküm veya kesin delil etkisi yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan
itibaren hüküm ifade eder.”
Hemen belirtmelidir ki, her mahkeme kararının kesin hüküm ve icra kabiliyeti olmak üzere iki ayrı
sonucu bulunmaktadır. Kesin hüküm teşkil eden mahkeme kararları-istisnalar dışında icra kabiliyeti de
taşırlar. Ne var ki, hem kesin hüküm, hem de icra kabiliyetini birlikte taşımayan mahkeme kararları da
bulunmaktadır.
Bir mahkeme kararının kesin hüküm ve icra kabiliyeti olmak üzere iki sonucu birlikte taşıyıp taşımadığı,
kesin hüküm teşkil eden o mahkeme kararının hukuki niteliğine göre belirlenir. Aynı sonuç yabancı
mahkeme kararları için de söz konusudur.
Kesin hüküm, bir uyuşmazlığı nihai olarak ortadan kaldıran ve o hususun mahkemelerde yeniden
inceleme konusu yapılmasına engel olan kanuni hakikat vasfıdır ve kararın aynı konuda, aynı taraflar
arasında, aynı sebeple yeniden kaza organı önünde muhakeme konusu yapılamamasıdır.
İstisnalar dışında icra kabiliyeti olan kararlar, hem maddi hem de şekli kesinlik taşıyan kararlardır.
Maddi anlamda kesin hükmün, taşıdığı niteliğin gereği olarak, iki sonucu bulunmaktadır: kararın kesin
delil teşkil etmesi ve aynı konuda, aynı taraflar arasında, aynı sebeple dava açılması halinde karşı tarafın
kesin hüküm itirazında bulunabilmesidir.
İşte yabancı mahkeme kararının tanınmasının hukuki gerekçesini, kararın kesin hüküm kuvveti
oluşturmaktadır.
Tanıma; “Bir mahkeme kararının kesin hüküm kuvvetinin yabancı ülkede kabulü”; tenfiz ise; “Bir
mahkeme kararının, sahip olduğu kesin hüküm kuvvetinin sonucu olarak, maddi icra muamelelerini
gerekli kılan kamu gücünü harekete geçiren vasfı”dır.
Her mahkeme kararı hem kesin hüküm, hem de icra kabiliyetini birlikte taşımamakta; bazı kararlar
nitelikleri gereği yalnız kesin hüküm teşkil etmekte, fakat icra kabiliyetleri bulunmamaktadır.
İşte bu tür yabancı mahkeme kararları yalnız tanınabilir; tenfiz edilemezler. Çünkü icra kabiliyetleri
yoktur.
Tespit kararları ile yenilik doğurucu kararların Türkiye’de yalnız tanınmaları mümkün olup; bunlara
tanıma şartları uygulanacaktır. Eda kararlarının ise, hem tanınmaları hem de tenfizleri mümkündür.
Boşanma kararları hukuksal nitelikçe yenilik doğurucu kararlardandır. Yenilik doğrucu kararlar ise, bir
hukuki durumun kurulması, değiştirilmesi veya ortadan kaldırılması için hak sahibinin iradesinin kafi
gelmemesi ve durumun ancak bir mahkeme kararı ile doğmasının gerekli olduğu hallerde açılan dava
sonucu verilen karardır. Bu kararların hukuki alanda etkili olmaları için icraya ihtiyaçları yoktur. Bu
kararlar taşıdıkları inşai tesir ( yenilik doğurucu etki ) ile arzu edilen sonuçları doğururlar.
Hukukumuzda, yenilik doğurucu oldukları kabul edilen kararlar, babalık kararı, evlenmenin butlanı,
ölüme bağlı tasarrufların iptali, nesebin reddi, evlat edinmeye izin ve boşanma kararları olarak sayılabilir.
Bu kararların icra özelliği olmayıp; yabancı mahkeme kararı sadece bu kararlara yönelikse ve Türkiye’de
nüfus kayıtlarında işlem yapılması amaçlanıyorsa, tanıma kararı bu amacı gerçekleştirmeye yeterli
olacaktır.
Görülmektedir ki, boşanma kararları hukuki nitelikçe yenilik doğurucu kararlardan olmakla, tanınmaları
olanaklıdır.
Ne var ki, bir boşanma kararı aynı zamanda icraya koymayı gerektiren, bir eda kararını ( tazminat,
nafaka, çocuk teslimi gibi ) da taşıyorsa bu halde kararın eda bölümü için tenfiz şartlarının aranması
gerekir.
Diğer taraftan, tanıma yabancı mahkemece verilen kesinleşmiş bir kararın kabul edilmesi işlemi olup;
tanımada amaç, sadece kararın maddi anlamda kesinliğinden yararlanılmasıdır.
O halde, tanıma kararı verilebilmesinin ön koşulu bir yabancı mahkeme kararının varlığı ve bu kararın
kesinleşmiş olmasıdır.
5718 sayılı Kanunun ( MÖHUK ), yukarıya metni aynen alınan 59. maddesinde; yabancı ilâmın kesin
hüküm veya kesin delil etkisinin, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade
edeceği düzenlenmiştir.
Bu hükümle, yabancı mahkemeye ait ilamın kesin hüküm veya kesin delil etkisinin yabancı mahkeme
kararının tanınmasından itibaren değil, somut olayda tanımaya konu yabancı mahkemeye ait boşanma
kararının kesinleştiği andan itibaren etkisini göstereceği kabul edilmiştir.
Bir başka deyişle, tanıma kararları nitelikleri gereği, verildikleri andan geriye etkili olarak yabancı
mahkeme kararının kesinleştiği tarih itibariyle hüküm ifade edecektir. Bunun sonucu olarak da; boşanma
kararının tanınması halinde taraflar, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği andan itibaren boşanmış
kabul edilecek; boşanmanın kesinleşmesine bağlı hukuki sonuçlar da, yine bu tarihten itibaren hüküm
ifade edecektir.
Açıklanan bu yasal düzenlemeye paralel bir başka düzenleme de, 23.11.2006 gün 26355 sayılı Resmi
Gazete’de yayınlanan Nüfus Hizmetleri Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 58. maddesinde
yer almaktadır. Sözü edilen düzenlemede; yabancı mahkemelerce verilen boşanma kararları için Türk
mahkemelerince tenfiz veya tanıma kararı verilip, tanıma ve tenfiz kararının kesinleşmesi halinde;
boşanma tarihinin tanıma ve tenfiz kararının kesinleşme tarihi değil; yabancı mahkemece verilmiş olan
kararın kesinleşme tarihi olacağı kabul edilmiştir.
Aynı Yönetmeliğin 157. maddesinde:
” ( 1 )… Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun hükümleri uyarınca, yabancı devlet
mahkemelerinden verilen ve ilgili devletin kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilamların işleme
konulabilmesi için, yetkili Türk mahkemesince tenfiz edilmesi veya tanınması zorunludur.
( 2 ) Devletimizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin bu konudaki hükümleri saklıdır.” düzenlemesi
yer almaktadır.
Bu hükme göre de, yabancı mahkeme kararlarının Nüfus Müdürlüklerince işleme konulabilmesi için,
yetkili Türk Mahkemesince tenfizi veya tanınması gerekmektedir. Öte yandan, 5718 sayılı Kanunun (
MÖHUK ) 52. maddesinin ilk cümlesinde, kararın tenfiz edilmesinde “hukukî yararı” bulunan “herkes’in
tenfiz isteminde bulunabileceği düzenlenmiştir.
Vurgulamakta yarar vardır ki, bu düzenleme, daha önceki Kanun metninde olmayıp, 5718 sayılı Kanunla
getirilmiştir.
MÖHUK.nın 8. maddesine göre, “Zamanaşımı, hukuki işlem ve ilişkinin esasına uygulanan hukuka
tabidir.”
Şıpka, “…Yabancı mahkemenin boşanma kararının Türkiye’de tanınması ön koşulu ile, bu boşanma kararı
yabancı mahkemede kesinleştiği andan itibaren hüküm doğurmuş sayılacağından, mal rejiminin
tasfiyesine ilişkin davalarda da Yargıtay’ın kabul ettiği zamanaşımı süresi olan bir yıllık süre, yabancı
mahkemede kesinleşen boşanma davasının kesinleşme tarihinden itibaren başlaması gerekir. Zira
boşanma kararlarının tenfizi için belirli bir zamanaşımı süresi bulunmadığından, yabancı mahkemece
verilen kesinleşmiş boşanma kararı uzun yıllar sonra Türkiye’de açılan tenfiz kararının kesinleştiği
tarihten başlatmak, 5718 sayılı MÖHUK’un 59. maddesinin hükmüne, amacına ve gerekçesine aykırı
olduğu gibi, bu uygulama sonucunda, 20-25 yıl önce yabancı ülkelerde boşanmış olan eşleri, bugün dahi
mal rejimi tasfiyesi ya da katkı payı davaları ile karşı karşıya getirebileceği endişemizi belirtmek isteriz”
görüşünü savunmuştur. ( Doç. Dr. Şükran Şıpka, Türk Hukukunda, Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve
Uygulamaya İlişkin Sorunlar. 1. baskı, 2011, İstanbul, s: 365, ayrıca aynı kitap, s: 361 vd. bkz, Dairenin
08.06.2009 tarih ve 2030 E, 2937 sayılı kararı hariç bugüne kadarki kararları aynı yöndedir. )
Tanıma yada tenfiz kararı kesinleştiği tarihten itibaren yabancı mahkemenin boşanma kararı hukuki
sonuçlarını doğurur, yargısına varıldığı takdirde karşılaşılan şu sonuçları ortaya koymak mümkündür.
1- Mal rejimi yabancı mahkemede açılan boşanma davasının dava tarihinde değil, yabancı mahkeme
kararının tanıma ya da tenfizi kararının kesinleştiği andan itibaren sona erer ve tasfiye bu tarihten sonra
yapılabilir.
2- Zamanaşımının başlangıcı; tanıma/tenfiz edilen ve kesinleşen bu kararlardan sonra yabancı boşanma
kararının kesinleştiği tarihten itibaren değil, yani tanıma ve tenfiz kararının kesinleştiği tarihten itibaren
işlemeye başlar.
3- Eşler arasındaki evlilik, bu durum karşısında yabancı boşanma kararının tanınmasından ya da
tenfizinden sonra kesinleştiği tarihte değil, tanıma/tenfiz kararının kesinleştiği tarihte sona ermiş olur.
4- Boşanmanın fer’i ( eki ) haklarına ilişkin olarak zaman aşımının yer aldığı TMK.nın 178.
maddesindeki bir yıllık özel zaman aşımı süresinin başlangıcı, yabancı boşanma kararının kesinleştiği
tarih ( MÖHUK m. 59 ) değil, tanıma/ tenfiz kararının kesinleştiği tarih olacaktır.
5- Eşlerin ikisi de Türk asıllı ve yurt dışında çalıştıklarını varsayalım. Eşlerden biri yabancı mahkemede
açtığı boşanma davasının reddedilmesi ve o ülke hukukuna göre kesinleşmesi durumunda ve TMK.nın
166/4. maddesindeki koşulların gerçekleşmesi ile 3 yıllık fiili ayrılığa dayanılarak yeniden boşanma
davası açıldığında 3 yıllık sürenin başlangıç tarihi hangi karara göre ve nasıl değerlendirilecektir
Yabancı mahkemeden verilen boşanmanın reddine ilişkin kararın yetkili Türk Mahkemesi’nce
tanınmasına ya da tenfizine karar verilip, bu karar da kesinleştiğinde MÖHUK’un 59. maddesinin
amacına uygun olarak yabancı mahkemenin kesinleşme tarihi esas alındığında tarafların boşanmalarına
karar verilmesi mümkün olacaktır.
Tanıma ya da tenfiz kararının kesinleşme tarihi baz alındığında ise, aradan belki de çok uzun süre
geçmesine karşın yine en azından bir 3 yıl daha bekleyecekler ve ondan sonra TMK’nın 166/4. fıkrasına
dayanılarak boşanma davasını açabileceklerdir.
Bunun ise, toplum ve aile yapısı üzerinde yaratacağı aksi yöndeki etki, eşlerin karşı karşıya kalacağı
psikolojik sorunlar vs. lerin etkisini hesaplamak mümkün müdür
TMK’nın 166/4. maddesindeki 3 yıllık sürenin başlangıcı konusu önemli bir sorun olarak ortada
kalmaktadır.
6- Boşanma kararlarının tenfizi ya da tanınması için belirlenmiş bir zaman aşımı süresi de yoktur. Bu
nedenle, yabancı mahkeme kararının tanıma ve tenfizi konusunda her zaman dava açılabilir. Tanıma ya
da tenfizin kesinleşme tarihi esas alındığında işin daha da uzamasına neden olacağı açıktır. Yabancı
mahkemeden verilen boşanma kararının kesinleştiği tarihten tanıma/tenfiz kararının kesinleştiği tarihe
kadar edinilen malların durumu ne olacaktır?.
7- Yabancı mahkemeden verilen boşanma kararının verildiği ülke hukukuna göre kesinleşmesinden sonra
fakat bu kararın tanınması ya da tenfizi için yetkili Türk Mahkemesinde açılan davanın devamı
sonrasında veya böyle bir dava hiç açılmamış ancak bu arada eşlerden biri ölmüş olsa, böyle bir
varsayımda; yabancı mahkemenin verdiği boşanma kararının tanınmasına ya da tenfizine ilişkin kararın
kesinleşmesinden sonra yabancı boşanma kararının kesinleştiği tarih zaman aşımının başlangıç tarihi
olarak kabul edildiğinde, sağ kalan eş, ölen eşin mirasçısı olmayacaktır. Bu durum, TMK.nın 181,
MÖHUK’un 52,54,58 ve 59. maddelerini amacına uygun düşecektir. Fakat zaman aşımının başlangıcı
tanıma yada tenfiz kararının kesinleşme tarihi kabul edildiğinde ise, sağ kalan eş ölen eşin mirasçısı
olabilecektir.
8- Eşlerden biri Türk vatandaşı, diğeri ise, yabancı uyruklu olduğu varsayımından hareket edildiğinde
yabancı uyruklunun ülkesinde verilen boşanma kararı kesinleştiği tarihte o ülke hukukuna göre tüm
hukuki sonuçlarını doğuracak, yabancı uyruklu eş kararın kesinleştiği tarihten itibaren boşanmış olacak,
ancak Türk vatandaşı eş tanıma ve tenfiz kararının kesinleştiği tarihten itibaren boşanmış kabul
edilecektir. Böyle bir çelişkili ve garip bir durum ortaya çıkmış olacaktır.
Tüm bu açıklamalar karşısında her ne kadar tanıma kararı 07.11.2008 tarihinde kesinleşmiş ise de,
yabancı mahkemenin boşanmaya ilişkin ilamı 21.12.1993 tarihinde kesinleştiğinden hukuki sonuçlarını
bu tarih itibariyle doğurduğu, anılan madde hükmü gereğidir. Dava mal ayrılığı rejimi döneminde
edinilen taşınmazlarla ilgili katkı payı alacağı isteğine ilişkin olduğuna göre olayda, Borçlar Kanununun
başka türlü hüküm mevcut olmadığı takdirde her dava için öngördüğü 10 yıllık zamanaşımı süresini
öngören TMK.nın 5. maddesi yollamasıyla TBK’nın 146. ( eBK m. 125 ) maddesindeki düzenlemenin
uygulanması gerektiği hususunda duraksama da yoktur.
Yabancı Mahkemeden verilen boşanma kararının kesinleştiği 10.6.2000 tarihinden eldeki davanın
açıldığı 18.7.2012 tarihine kadar 10 yıllık zaman aşımı süresi geçtiğinde zaman aşımı nedeniyle davanın
reddine karar verilmesinde usul ve kanuna aykırı bir yön bulunmadığından 1910 ada 6 sayılı parselde
bulunan bağımsız bölümlerle ilgili hüküm fıkrasının ONANMASINA,
Davacı vekilinin, 239 ada 1 parseldeki bağımsız bölümlere, aracı bankalardaki hesaplarda bulunan
paralara yönelik temyiz itirazlarına gelince: 239 ada 1 parsel sayılı arsanın 17.07.2002, aracın 19.02.2009
tarihinde edinildikleri, bankalarda bulunan hesapların ise, 25.05.2011-18.07.2012 tarihlerinde açıldıkları
dosya kapsamıyla belirlenmiştir. Bu durum karşısında 239 ada 1 parseldeki taşınmaz ile 20 … 6274
plakalı aracın ve bankalarda bulunan hesapların ise eşler arasında mal rejiminin sona erdiği ve boşanma
davasının açıldığı 10.04.2000 tarihinden çok sonra yukarda açıklanan tarihlerde edinildikleri ve
hesapların açıldığı belirlenmiştir. TMK’nın 225/2. maddesi uyarınca eşler arasındaki mal rejimi boşanma
davasının açıldığı tarihte sona ermektedir. Bu tarihten önce edinilen mallar, mal rejimi davalarında
tasfiyeye tabi tutulmaktadır. Boşanma davasının açıldığı ve mal rejiminin sona erdiği tarihten sonra
edinilen mallar ise, mal rejiminin tasfiyesine esas alınmaz ve bunlara ilişkin uyuşmazlıklar 6098 sayılı
TBK’nın genel hükümlerine göre genel mahkemelerde bakılmaktadır. Bu nedenle bu mallar yönünden
dava dilekçesinin görev yönünden reddiyle dosyanın görevli ve yetkili Asliye Hukuk Mahkemesi’ne
gönderilmesine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek 239 ada 1 parseldeki taşınmaz ile araç
ve bankalardaki hesaplarda bulunan paralar yönünden hüküm kurulmuş bulunması usul ve kanuna
aykırıdır. Görev kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece kendiliğinden göz önünde tutulur. 4787 sayılı
Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine dair Kanunun 1, 2 ve 4. maddelerinde bu
mahkemelerin hangi davalara bakacağı açık bir biçimde belirlenmiştir. Mal rejiminin sona ermesinden
sonra alınan mallar yönünden bu mahkemelerin görevli olmadığı anılan Kanun hükümleri gereğidir.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulüyle yerel mahkeme
hükmünün 239 ada 1 sayılı parseldeki taşınmaz, araç ve bankalardaki hesaplarda bulunan döviz ve Türk
parası cinsindeki paralar için 6100 sayılı HMK’nın Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı
HUMK.nın 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nın 388/4. ( HMK m.297/ç ) ve
HUMK’nın 440/1 maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün
içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 24,30 TL peşin harcın onama harcına mahsubu ile
kalan 0,90 TL’nin temyiz eden davacıdan alınmasına, 21.03.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY :
Somut davadaki uyuşmazlık; yabancı mahkemenin 10.06.2000 tarihinde kesinleşen boşanma kararının
Türkiye’de 10.10.2013 tarihinde açılıp, 25.10.2013 tarihinde kesinleşen kararla tanınması sonucu;
evlenmenin yabancı ülkede sona erdiği 10.06.2000 tarihinden önce diğer eşin edindiği mal varlığı
nedeniyle Türkiye’de açılan katkı payı alacağına uygulanacak zamanaşımının başlangıç tarihi ile
evlenmenin yabancı ülkede sona erdiği belirtilen tarihten sonra edinilen mal varlığı ile ilgili olarak, bu
mal varlığının evlilik süresi içinde edinilmiş sayılıp sayılamayacağı ve buna bağlı olarak talep eden eşin
evliliğe bağlı bir alacak hakkı bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü ise, Türkiye’de tanınan bir yabancı boşanma kararının sonuçlarını hangi andan
itibaren doğurmaya başlayacağı ve sonuçlarının kapsamının tayinine bağlıdır.
Konu dolaylı olarak 12.12.2007 tarihinde yürürlüğe giren 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul
Hukuku Hakkında Kanun’un 59. maddelerinde çözümlenmiştir. Buna göre, yabancı ilamın kesin hüküm
veya kesin delil etkisi, yabancı mahkeme kararının kesinleştiği tarihten itibaren hüküm ifade edecektir.
Ancak, hakkın varlığı ve kapsamıyla bu hakkın Türkiye’de talep edilebilme durumunu ayırmak gerekir.
Bir yabancı ilama dayanan bir hakkın Türkiye’de talep edilebilmesi için, hakkın niteliğine göre
Türkiye’de yabancı ilamın tanınması veya tenfizine karar verilip, verilen kararın kesinleşmiş olması
gereklidir ( MÖHUK. md. 50, 57/1, 58 ). Buna karşılık, hakkın doğmuş veya mevcut olup olmadığı ise,
kesin hükme bakılarak değerlendirilecek; bu durumda yabancı ilama ve onun kesinleşme tarihine
bakılması ve hakkın niteliğine göre ayrım yapılması gerekecektir.
Boşanma kararı ile istenebilir duruma gelen alacak hakları, ancak yabancı ilamın Türkiye’de
tanınması/tenfizi ile talep edilebilir hak haline geleceğinden; bunların tanıma/ tenfiz kararının kesinleşme
tarihinden itibaren talep edilebileceğinin kabulü gerekir. Bunun dışındaki diğer hakların, boşanma
kararının bozucu yenilik doğurucu etkisi nedeniyle, Türkiye’de tanınması/tenfizi söz konusu
olmayacağından; miras, soy bağı ve yeniden evlenme yasağı gibi hukuki sonuçlarını, yabancı mahkeme
ilamının kesinleştiği tarihten itibaren doğuracağı benimsenmelidir.
Bu açıklamalara göre, somut davaya baktığımızda; davacının yabancı boşanma ilamının kesinleştiği
10.06.2000 tarihinden önceki davalının mal varlığındaki katkı payı alacağı talebi ile ilgili on yıllık
zamanaşımı süresi, tanıma kararının kesinleştiği 25.10.2013 tarihine göre sona ermemiş olduğundan;
mahkemenin bu talep hakkında zamanaşımı nedeniyle red kararı hatalı olmuştur. Bu talebin esasının
incelenmesi için, yerel mahkeme hükmünün bozulması gereklidir. Zamanaşımı yönünden varılan bu
sonuç, ayrıca zamanaşımının durmasına ilişkin TBK. 153/6 ( eBK. md. 132/6 ) maddesinde de
desteklenmektedir. Buna karşılık, davalının yabancı boşanma ilamının kesinleşme tarihi ile bu ilamın
Türkiye’de tanınması için dava açıldığı 10.12.2013 tarihi arasında edindiği malvarlığına yönelik alacak
talebine ilişkin hükmün ise; taraflar bu dönemde evli olarak kabul edilemeyeceği, davacının ancak genel
hükümlere göre ilgili Asliye Hukuk Mahkemesinde talepte bulunabileceği ve bu sebeple mahkemenin bu
alacak kalemleri yönünden görevsizlik kararı verilmesi gerektiği yönünde bozulmalıdır.
Yukarıda açıkladığım gibi; değerli çoğunluğun karardaki bozma ile ilgili görüşüne katılmakla birlikte,
onama ile ilgili bölüme katılmıyor; bu bölümün de bozulması gerektiğini düşünüyorum.